Sabah gözümü açtım, elim telefona gitti.
Sadece “Saat Kaç”a bakacaktım, ama Instagram bildirimleri göz kırpıyordu.
Hani o küçük kırmızı nokta var ya, işte o minicik şey bile kalp atışımı hızlandırdı.
Sonra dedim ki, sosyal medya yok… Bugün yok. Bugün biraz kendime kalacağım. Sosyal medyayı bir günlüğüne bırakıyorum. Ne olursa olsun.
08:00
Yatakta oturdum, elim titredi resmen.
Ekrana bakmadan durmak… Garip bir boşluk.
Sanki herkes bir yerde toplanmış, ben dışarıda kalmışım gibi.
Ama sonra bir sessizlik çöktü. İçimden bir ses dedi ki:
“Belki de bu kadar gürültüyü sen yaratıyorsun.” O an gülümsedim. Çünkü haklıydı.
09:30
Kahvaltı masasında ilk kez gözüm telefona değil, tabağıma kaydı.
Peynirin üstünde minik bir kalp şeklinde delik vardı.
Eskiden olsa hemen fotoğraf çekip story atardım: “Kader bile bana kalp yolluyor. ”
Ama bugün paylaşmadım. Sadece baktım, gülümsedim. Fark ettim ki, bazı anlar sadece senin olunca daha değerli oluyor. Beğeni sayısı yok, filtre yok, sadece sen varsın.
11:00
Kütüphaneye gittim.
Normalde iki sayfa ders çalışır, sonra 10 dakika “ara vereyim” diye TikTok’a girerdim.
Ama o gün telefon çantada kaldı.
Sessizlik… İlk başta rahatsız etti. Sanki beynim “bir şey eksik” diyordu.
Ama sonra… O sessizlikte bir şey oldu.
İlk defa okuduğum şeyleri gerçekten anlamaya başladım.
Satır aralarındaki düşünceler bana dokundu.
Kafamda yankılanan o bildirim sesi gitmişti.
Yerine kelimeler girdi.
Ve inan bana, o sessizlik ders notlarından daha öğreticiymiş.
13:00
Öğle yemeğinde arkadaşlar masada. Hepsi telefonlarına gömülmüş.
Ben öylece oturuyorum. Biraz garip hissettim, sanki görünmezmişim gibi.
Ama sonra biri dedi ki,
“Sen niye bu kadar sakinsin bugün?”
O an fark ettim, gerçekten sakindim.
Çünkü beynim artık sürekli bir şeye yetişmeye çalışmıyordu.
Bir post, bir mesaj, bir DM… Hiçbiri yoktu.
Yemeklerin kokusunu fark ettim.
Kantin uğultusunu duydum.
Yıllardır oradaydı ama ben hiç dinlememişim.
15:30
Okuldan çıkınca parkta oturdum.
Yanımdaki herkes telefonuyla uğraşıyordu.
Bir çocuk salıncakta kahkaha atıyordu, annesi video çekiyordu.
Ben sadece baktım. Bir an düşündüm…
Acaba o çocuk büyüyünce kendi kahkahasını videodan mı hatırlayacak?
Yoksa gerçekten yaşamış mı hissedecek?..
Kendime söz verdim:
Bugün hiçbir anımı kaydetmeyeceğim.
Sadece yaşayacağım.
17:00
Otobüste kulaklığımı taktım ama müzik açmadım.
İnsanların seslerini dinledim.
Bir teyze “yine zam gelmiş” diye söyleniyordu, iki çocuk gülüyordu.
Her şey o kadar canlıydı ki. O an fark ettim…
Gerçek dünya çok sesli ama hiç yorucu değil.
Yoran bizim seçtiğimiz sesler. Bildirim sesleri. Kıyas sesleri.
“Niye onun hayatı benden daha güzel?” diyen sesler. O sesleri susturduğunda…
Kafanda huzur diye bir şey kalıyor.
19:00
Eve döndüm.
Normalde direkt YouTube açar, “bir video izleyeyim” derdim.
Ama bu sefer müzik açtım, defterimi aldım.
Ne kadar çok şey düşündüğümü fark ettim.
Beynimin içinde sanki uzun zamandır kapalı bir oda varmış, o gün kapı açıldı.
İlk defa kendi düşüncelerimin sesini duydum.
Sosyal medyada sürekli başkalarının fikirlerini okuyunca, kendi sesin boğuluyor.
Ama o gün… Kendi sesim geri geldi. Ve sessizliğin içinde bile canlıydı.
21:00
Sosyal medya hala yok, telefon hâlâ kapalı.
O an içimden geldi, eski fotoğraflara baktım ama çevrimdışı.
O günleri hatırladım. Ne kadar doğal, filtresiz, safmışız.
Sonra fark ettim, biz büyüdükçe gerçekliğimizin yerini sanallık almış.
Her şey “paylaşılabilir” olmalıymış gibi. Ama belki de bazı şeyler sadece bizim olmalı.
Bazı kahkahalar paylaşılmadan da yankılanabilir.
Bazı anlar sessizlikte daha anlamlı.
23:00
Yatağa uzandım. Ekran yok, bildirim yok, ışık yok.
Sadece karanlık ve ben. Kafamda gürültü kalmadı.
O kadar sade, o kadar huzurlu bir boşluktu ki…
Yani bazen “hiçbir şey yapmamak” bile terapiymiş meğer.
Uykuya dalarken düşündüm.
Bu kadar huzuru yıllardır parmak uçlarımla kaçırıyormuşum. Bir günlüğüne dedim ama…
Yarın da devam etsem mi acaba bu sosyal medya detoksuna?..
Ertesi Gün
Alarm çaldı. Elim yine telefona gitti.
İçimden bir ses “Bir bak, kim ne paylaşmış” dedi.
Ama sonra aklıma dün geldi. O sessizlik. O dinginlik. Kafamın o temiz hali…
Telefonu elime aldım. Sonra masaya geri koydum. Bir kahve yaptım. Camdan dışarı baktım.
Güneş doğuyordu. Filtre yoktu. Ama güzeldi.
Ve o an düşündüm…
Belki de huzur, ekranın ardında değilmiş.
Belki de hep buradaymış.
Biz sadece bakmayı unutmuşuz.
Bu Yazıyı Okuyana Küçük Bir Not…
Eğer bu yazıyı okuyorsan ve öğrencilik hayatının ortasında boğulmuş hissediyorsan…
Bir günlüğüne dene. Sadece bir gün. Ne kaybedersin ki?
Bütün o bildirimlerin, DM’lerin, akışın seni bekliyor olacak zaten.
Ama belki sen… Bir günlüğüne de olsa, kendini bulursun.
Bazen “bağlantısız kalmak,” en güçlü bağlantıyı kurmakmış meğer.
Kendinle. Zihninle. Gerçek hayatla.